Cuma, Temmuz 12

Öyle de Olmuyor Böyle de

Bazen öyle oluyor ki; ciddi ciddi nefes alamıyorum. “Öksüreyim” diyorum, geçer diye ama ı ıh geçmiyor. Astımım var benim. “Astım ilacımı içime çekeyim geçer” diyorum; çekiyorum, ı ıh yine geçmiyor.  Sonra anlıyorum ki; nefes alıyorum ama sadece yaşamak için. Hayattan zerre zevk alıyosam en adi şerefsizim. Bazen “olur böyle şeyler, hayat işte, geçer nasıl olsa” diyorum; geçmiyor. Sabah kalkıp işe gidiyorum, öğlene kadar zaman iyi geçiyor. “Aaa bak ne güzel zaman geçti” diyorum. Öğle arası geçiyor, başlıyor zaman sanki geri akmaya. “Meğer uyku sersemliğiyle zamanın geçtiğini anlamamışım” diyorum. Haftanın sonu geliyor, “şükürler olsun ‘happy friday” diyorum, Cuma gecesi oluyor, yatıyorum. Cumartesi sabahı kalkıyorum, bakıyorum yine ben aynı ben. Sikeyim öyle haftasonunu diyorum. Sevgilimle bişeyler yapalım diyoruz; her yer ateş pahası. En büyük eğlencemiz sinema oluveriyor bir anda. O da; sinema hizmeti veren bi işyerinde çalıştığım için bedava bilet hakkım var yani. 1 gün sinemaya gidiyoruz, 2. gün evde dinlenelim diyoruz. Bunu icraata da döküyoruz. Sonra Pazar akşamı canımız sıkılıyor, haydaa birbirimize sarıyoruz. Yatıyoruz, kalkıyoruz hop pazartesi. Yani yine iş. “İyi de sikeyim öyle hayatı” diyorum. Daha çok para kazanmaya  çalışıyorum, olmuyor. Sonra züğürt tesellisi ya; “çok kazansam da yetmicek ya zaten” diyorum.” "Ama bu da yetmiyor be dede. Hiç olmazsa daha çok kazanayım da daha kaliteli şeylere sahip olamadığım için üzüleyim be" diyorum. Hep dedemle konuşuyorum böyle şeyleri. Dedem canım ciğerim benim. Hiç lafımı kesmez, dinlemekten sıkılmaz, her şey kabulüdür onun. Pamuk şeker gibi bi adam yani. En zor anlarımda kapanırız bi odaya, saatlerce konuşuruz. Yani ben konuşurum o dinler sadece. Güzel adamdır dedem. Kimse de görmez benden başka. Birine bişey anlatırken karşımdakinin beni dinlemediğini görürsem, hemen “ben de dedemle konuşuyorum zaten” derim. “Çok yıpranıyoruz be dede”, “Tayyip de ağzımıza sıçtı be dede”, “nerdesin be dede” “neden yanımda değilsin be dede.” “nereye gittin de gelemedim be dedem”, “of dedem ooff”. “gel artık be dedem”. “o kapı gibi vücudunla gir şu kapıdan be dede.”

Pazartesi, Şubat 18

Bi' gelecek hazırlayamıcaksanız doğurmayın abi...

Sevgili ebeveynler;

        Neden çocuk yapıyosunuz? Amaç ne? Soyunuzu devam ettirmesi mi? Büyüdüğünde; siz elden ayaktan düştüğünüzde size bakması, çayınızı çorbanızı yapması mı? Para kazanıp; o parayı size harcaması mı? Eğer öyleyse neden bu çocukları büyütüp evlendiriyosunuz? Evlenmese de size baksa mı iyi? O zaman o elden ayaktan düştüğünde ona kim bakıcak? Büyüsün, okusun, adam olsun diyosunuz hep; bunun için elinizden geleni yapıyo musunuz peki? Ben herşeyi yaptım ama o okumadı mı diyosunuz? NAH, yok öyle bişey. Ya elinizden gelen çok yetersiz.- ki o zaman neden doğurdunuz? Ya da yapabileceğiniz herşeyi yapmadınız. Çocuk, idealleri doğrultusunda bi yerlere gelmek isterken; siz ona "hayır böyle okuyacaksın" diyorsunuz. Sonra çocuk başarılı olamayınca da; "naptıysam okutamadım bu çocuğu." Sen sordun mu o çocuğa; "ne olmak istiyorsun" diye. Çocuk; "anne/baba, ben bunu olmak istiyorum" dedi de destek oldunuz mu? Olmadınız mı? O zaman elinizden geleni ardınıza koymuşsunuz demektir. Bebekken çok iyi büyütmüş, yetiştirmiş, size ve etrafa çok saygılı bi çocuk meydana getirmiş olabilirsiniz belki ama hayat saygılı insanı bi' yere getirmiyo maalesef. Bu çocuğun ergenliğinin de en az bebekliği kadar önemli olduğunu unutuyorsunuz, büyütürken.

         Ben herşeyden önce "kendine" daha sonra etrafa yararlı bi çocuk yetiştirmek için uğraşıcam. Kim ne derse desin; insan ilk önce kendine sonra etrafına yararlı olacak. Bu seviyede bi çocuk yetiştirmek için elimden gelenin "fazlasını" yapıcam.

Saygılar, Sevgiler..

.

Perşembe, Eylül 1

12 Sene Öncesi, Dün Gibi


 Sene 2011... Yani 12 sene geçti o kara günün üstünden. O sene ben daha 11 yaşıma yeni basmıştım. Çocuktum yani daha. Saat 3ü 5 geçiyormuş. Ben bilmiyorum, tv'lerden öğrendim o saatte olduğunu, belki 1 ay sonra. O ana dair hatırladığım 2 şey var: annemin odama koşa koşa girip beni kucaklamaya çalışması ve benim annemin sesini duyup yatağımın üstünde ayağa kalkmam. Zaten ayağa kalktığım için sallantıyı pek hissetmiyordum ama o gürültü hala kulaklarımda.


       Apartmandan dışarı çıkışımıza kadar gerçekten hiçbir şey hatırlamıyorum. Kapının önüne çıktığımızda etrafta şaşkın ve korku dolu ifadeli bir sürü insan vardı. Hepsi komşumuzdu; beni sokakta gördüklerinde yanağımdan makas almadan geçmezlerdi ama o an hiçbiri beni tanımıyo gibiydi. Hiçkimse bana bakıp gülümsemiyordu. Hiç yanağımdan makas alan da olmadı.
     


       Geçtik, açık alanda bir köşeye oturduk. Şoku biraz atlatmıştık, o geceki soğuk havanın da etkisiyle. Aradan biraz zaman geçtikten sonra bir komşumuz arabasından radyoyu açtı. Haberler vardı radyoda. Tabiki son dakika haberi olarak deprem vardı bütün frekanslarda. Bir tanesinde durdu. Spiker, depremin nereleri etkilediğini sayıyordu: -İzmit, Adapazarı, Çınarcık, Yalova, Gölcük..! İşte o an bizi daha çok ilgilendirmeye başladı olay. -Gölcük mü?! Spiker Gölcük'ün yerle bir olduğunu söyledi. İlk şoku tam atlatmıştık ki bu yeni bi şok oldu. Ailecek birbirimize bakakaldık. "Halamın kızları" orda oturuyordu, "canım halamın canım kızları". O paniğe rağmen babam cep telefonunu yanına alabilmişti ve o telefondan onlara ulaşmaya çalıştık. Ama ne mümkün... Telefonlar kilit.. Sonunda Gölcük'e gitmeye karar verdik. Önce bize yakın olan amcamların evine uğradık. Onlar 1992 Erzincan depreminde Erzinca'dalardı ve birebir yaşamışlardı o anı. Kapılarına gittiğimizde ilk yengemi gördüm. Şaşkın, korkmuş, donmuş bir ifadesi vardı. Sadece bir noktaya kitlenmiş bakıyordu. Aslında baktığı yeri değil bambaşka şeyler görüyordu o an. O, ilk ablamı gördü ve boynuna sarıldı görür görmez, o anda ağlamaya başladı..Hepimiz tek tek sarıldık. O anki yaşadığı şoku elbette anlıyamadık ama destek olmaya çalışıyorduk.
     


         Gölcük'e gideceğimizi duyunca amcam da gelmeye karar verdi. O ara naptık ne ettik hiç  hatırlamıyorum ama Gölcük'e doğru yola çıktığımızda arabada; babam, amcam, annem, ben ve diğer halam vardık. Diğer halam nasıl geldi? Nerden aldık? Ablamı ne zaman eve bıraktık? İnanın hatırlamıyorum. Hatırladığım; bir benzinciye girdik ve benzincideki sıra iş çıkışı Boğaziçi Köprüsü trafiğini anımsatan bi biçimdeydi. Alabildiğine bir kuyruk vardı orda. Baya bi zaman sonra yakıtımızı aldık ve yola çıktık. Yol üstünde bir benzinciye daha uğradık, arabamızın radyosu çalışmadığından bilgiyi ordan alırız diye.. Ve yine bir haber: Gölcük yerle bir! Her spiker aynı şeyi söylüyordu. Orda taş üstünde taş kalmadığına inanmıştık artık. Bir umut vardı içimizde aslında ama sadece umut, o kadar. Aslında umutsuzluğumuzu ört-bas etmek içindi belki de. Otobandan şehir merkezi sapağına girdiğimizde kilometrelerce uzunluktaki araç trafiği karşıladı bizi. Yıkık dökük evlerin, o evlerin başında ağıt yakan insanların, arama kurtarma çalışmalarının, sağa sola amaçsızca koşuşturan ve bağırışan insanların, ambulans ve itfaiye seslerinin arasında tam tamına 10 saatimiz geçti o yolda (normal şartlarda bizim ev-gölcük arası en fazla 1buçuk saat sürer.). 10 saatin sonunda eve ulaşabildik. Gerçekten de Gölcük'de taş taş üstünde kalmamıştı, halamın evi hariç... Çevresindeki istisnasız bütün binalar yıkılmıştı ama onların evi dimdik ayaktaydı. O an içime su serpildi deyimini birebir yaşamıştık hepimiz.

     

         İçimizdeki o korku yerini şaşkınlığa bıraktı. Kendi yakınımıza birşey olmadığını görüp rahatladıktan sonra etrafı izlemeye başladık. Feryat figân insanlar, hayat kurtarmak için durmadan uğraşan gönüllüler, hiç susmayan ambulans sesleri, itfaiyeler, polisler... Hepsinin içinde umut vardı belli ki. En ufak bi tıkırtı onlar için bir umuttu. Şaşkınlıkla etrafı izlerken kalabalık bir yer gözüme çarptı. Bir enkazın başında bir insan topluluğu vardı ve AKUT ekibiyle beraber gönüllüler belli ki bir can kurtarmaya çalışıyorlardı. Trafiğin de durması sebebiyle epey izledim. Sonunda kurtarma çalışmaları sonuç vermişti ve kurtarma ekibinin elinde henüz kundağına sarılı bir bebek gördüm! Belki de en yakınını kaybetmiş olan içi acı dolu insanları bir anda sevince boğdu bu olay. Alkış koptu bir anda. Benim de gözümde yaşlarla beraber bir gülümseme belirdi yüzümde. Hazırda bekleyen sağlık görevlileri hemen müdahale ettiler. Yaşıyordu bebek, ağlıyordu. O ânı hatırladıkça hâlâ tüylerim diken diken olur. Düşünsenize; belki de o bebek annesini babasını orda kaybetti. İlerde başka bir anne, baba onu büyütücek, belki hiç bilmicek böyle bir olayda ailesini kaybettiğini...


      Sonuç olarak yakınlarımdan hiçkimseye bişey olmamıştı bu bi nebze iyi bişeydi. Ama orda ölen yaklaşık 20 bin insan her Türk vatandaşı gibi benim de yüreğimi dağladı. İnsan hayatı bu kadar değersiz değil. Binlerce kişinin ölümünden sorumlu olan bu kadar müteahhit hapisten çıktılari bazıları hiç girmedi bile belki ama ömürleri boyunca geride kalanların ahları onların üstünde olacak. Ve hiçbir zaman mutluluk denen şeyi tadamayacaklar, benim inancım bu.

Salı, Ağustos 23

bu da böyle..

Küçükken; çok beğenir ve çok istersin, bir oyuncak alınır..aldırmak için çok uğraşırsın ya da sadece istemen yeterli olabilir bile tek çocuksan..neler yapılmaz ki onla; kız çocukları bir düğme dikmeyi bile öğrenmemişken bir bakarsın elbiseler dikmiş bebeğine, ya da bir erkek çocuk boyama kitabındaki resimleri taşırmadan boyayamazken alınan oyuncak arabayı öyle güzel boyar ki gören ressam olucak bu çocuk der.. Belki uzun belki kısa bi süre çok büyük bi keyifle oynanır o oyuncaklarla.. Birkaç zaman sora oynarken alınan keyif azalmaya başlar. Ve en sonunda da biter. Artık canın sıkılmıştır. Bırak onla oynamayı içinden bile geçirmezsin, o oyuncağa sahip olduğun aklına gelmez.. Artık pabucu dama atılmıştır ya bi kenarda tozlu tozlu duruyordur, ya da çöpe gitmiştir. Sonra yenisi gelir ve bi süre de onla eğlenirsin ve yine aynı şeyler. Bu da bir ilişki işte. Bu hikaye bir anonim. Herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği, evet evet işte ben o "oyuncağım" diyebileceği türden.